“Ben öncelikle kendim inanmalıyım.” “Neye inanacaksın?
“Ya, birey olduğuma, bu dünyada benim de bir yer kapladığıma, kendim olduğuma.”
“Ne diyon lan sen?”
“Annemin, babamın gölgesinden çıkmam lâzım.”
“Biz lisedeyiz, farkındasın değil mi?”
“Farkındayım. Aynı sınıftayız.”
“Acelen ne o zaman? Büyüyünce çıkarsın gölgelerinden. Böyle iyi işte.”
“Tamam da nereye kadar? Yakında üniversiteye gideceğiz. Ondan sonra da hayat başlıyor.”
“Düşünme bunları. Anamız, babamız bu günler için değil mi?”
“Değil işte. Okul bittiğinde yalnızmış gibi düşün. Onlar üzerine düşeni yapıyor. Tamam aileyiz ve bu birliktelik ömür boyu sürecek ama karşılaştığımız her şeyde değil.”
“Sanki dilekçe verdik de biz istedik dünyaya gelmeyi. Doğurmasalardı.”
O sırada bahçede oyun oynayanların topu kontrollerinden çıkar, kenarda oturmuş sohbet eden Ahmetcan ve Mehmetcan’a doğru gelirken, topu kaçan çocuklardan birisi onlara doğru bağırır;
“Mehmeeeeet şu topa vursana.”
Arkadaşları daha kısa oluyor diye Mehmetcan’a Mehmet, Ahmetcan’a da Ahmet diyorlardı. Evde farklıydı, çünkü isimler uyumlu olsun diye ikisinin de babalarının isimlerinin sonuna “can” eki koymuşlardı. Yani Ahmetcan’ın babasının ismi Ahmet, Mehmetcan’ın babasının ismi de Mehmet’ti. Ailece görüşüyorlardı ve neredeyse doğduklarından beri de birbirlerini tanıyorlardı.
Mehmet kendisine doğru gelen topu, oynayan çocuklara geri vermek için tekmeledi. Top yön değiştirince okulun camlarından birisine doğru gitti ve camı da kırdı. Cam kırılınca gürültüye gelen nöbetçi öğretmen Mehmetcan’a kızmaya başladı.
“Mehmet dikkat etsene. Cam kırıldı işte. Durduk yerde başımıza iş açtın...”
Mehmet özür dilemeye çalışıyor, açıklama yapmaya çalışıyordu ama öğretmen dinlemiyor, daha da kızıyordu. Gürültüye müdür de çıkmıştı. Nöbetçi öğretmenin karşısındaki Mehmetcan’a kızdığını görünce, bir eliyle Mehmetcan’ın kulağını çekerken diğer eliyle de tokat atmıştı. Bunu gören Ahmetcan dayanamayarak müdüre çıkışmaya başladı.
“Hocam, ne yapıyorsunuz? Bunu yapamazsınız.”. Daha da sinirlenen müdür, bu sefer Ahmetcan’a dönerek:
“Ne yapacağımı sana mı soracağım?” diye kızmaya başladı.
“Arkadaşlarının önünde böyle davranamazsınız” diyerek yanıtladı Ahmetcan.
Kendisine bu şekilde cevap verilmesine alışık olmayan müdür, okuldaki herkesin kendilerini seyrettiğini görür ve bir hışımla Ahmetcan ’la Mehmetcan’a dönerek;
“Yarın ikinizin de velisi gelecek.” Diyerek odasına döner.
Müdür gidince; Mehmetcan Ahmetcan’a dönerek “Sen neden atladın ki?” der. Mehmetcan’ın arkadaşlık kurduğu; Ercan, Emin ve Mustafa halâ uzaktan onları izlemekteydi.
“Dayanamadım, bunu yapmaya hakkı yoktu.”
“Durduk yere sen de başını derde soktun işte.”
“Sorun değil, hal olur.”
Biraz daha birlikte oturduktan sonra eve gidebileceklerini belirten son zil de çalar ve toparlanan iki arkadaş evlerinin yolunu tutarlar.
Gidişlerini seyretmek bile ne kadar iyi arkadaş olduklarını anlamak için yeterliydi. Hatta tanımayanlar kardeş bile sanabilirdi. Çift yumurta ikizi...Mehmetcan;
“İşin yoksa bir kamyon laf işit şimdi.”
“Ne lafı? Biz yanlış birşey yapmadık ki.”
“Okulun camını indirdik. Daha ne olsun?”
“Kaza diye bir şey duymadın mı? Bu da öyleydi işte.”
“Babam da tam böyle düşünüyordu.”
“Onun hiç başına kaza gelmemiş mi?”
“Geldiyse bile kazara ona denk gelmiştir.” Deyip gülüştüler.
Evlerine döndükten sonra Ahmetcan'ların evinde annesine yardımcı olan Ahmetcan bir taraftan da yaşadıklarını annesine eksiksiz anlatır. Sonunda da ekler;
“O kadar kişinin önünde Mehmetcan ‘ı rencide etmeye hakkı yoktu.”
“ Bu söylediklerim aramızda kalsın ama doğrusunu yapmışsın. Ben olsam, ben de aynısını yapardım. Bekle bakalım baban ne diyecek. Gerçi kızmaz sanırım.”
Biraz daha annesine yardımcı olduktan sonra çalan kapıya doğru yönelir Ahmetcan. Kapıyı açınca karşısında duran babası;
“Selam koç yiğit. Ne var ne yok?”
“Hoş geldin baba. Az sonra anlatacaklarımı duyunca gene aynı şekilde hitap edecek misin bakalım.”
“Sen her zaman koç yiğidimsin benim.”
Yaşananları babasına eksiksiz anlattıktan sonra babasının gözlerinden gözlerini ayırmadan bakan Ahmetcan babasının ne diyeceğini merak eder. Ancak babası sessizliğini koruyarak sadece oğlunun başını okşar.
“Hiçbir şey söylemeyecek misin?”
“Ne söylememi bekliyorsun? Bu eseri ben yetiştirdim. Bu da doğal sonuçlarından biri.. Sorarsan doğru yapmışsın. Hiç yanlışın yok mu? Pencerenin camını kırmanız eğer orada top oynamak yasaksa, telafisi mümkün olan bir hataymış. Ama ne olursa olsun, müdürün Ahmetcan’a vurma hakkı yok. Kızar, bağırır, çağırır ama şiddet uygulayamaz. Bağırıp çağırma işini de kimse görmeyecek şekilde yapmalı. Yarın gidelim bakalım, bizim koçyiğidin marifetleri nelermiş öğrenelim. Haydi şimdi annenin yardıma ihtiyacı var mı bakalım.” Der ve ikisi beraber mutfağa doğru gider. Babası konuşmasına devam eder.
“Ayrıca bazı arkadaşlarınla görüşmeni istemiyorum. Çünkü haylazlıklarının yanında derslerinde de başarılı değiller.”
“Derslerinde başarılı olanların benimle arkadaşlık kurmak isteyeceklerini nereden biliyorsun. Onlar da aynı düşüncedelerse, benimle arkadaşlık kurmazlar.”
“Sen o kadar başarısız değilsin. Azıcık daha derslerine önem versen oldukça da başarılı olabilirsin ve arkadaşlık kurmak istenebilecek birisi olursun. Unutma ki, derslerinde başarılı olanların ileride de mevki sahibi olma ihtimali daha yüksektir. İlerde işin düşünce kapısını çalacak bir arkadaşın olur. Onlar da senin kapını çalarlar.”
Ahmetcan tam cevap vermeye hazırlanırken babasının son cümlesinden sonra vazgeçti. Haklıydı sonuçta. Hiç cevap vermeden mutfağa annesinin yanına gittiler. Annesi;
“Acıkanlar nasıl da belli oluyor.” babası;
“Acıktığımızdan değil. Belki sormak istediğin bir şey vardır diye düşündük.” Gülüşüp masadaki yerlerine otururlar.
Öteki tarafta da aynı konu işleniyordu. Mehmetcan da yaşananları olduğu gibi babasına anlatmış ve müdürün ertesi gün kendisini okulda beklediğini eklemeyi de ihmal etmemiştir. Ama babasının tepkisi sert olmuştur;
“Aferin oğlum. Biraz daha sert vursaydın da topa, bütün katları dolaşıp camların hepsini kırsaydı. Böyle giderse devam günüm de öğrencilerden daha iyi olacak sayende.”
Ahmetcan ise boynunu eğmiş, sessizce dinliyordu sadece.
“Tamam, tamam gideriz yarın. Arkadaşlarını beğenmiyorum. Onlarla görüşmeni de istemiyorum.”
“Ama neden baba? Hepsi de iyidir. Bir saygısızlıklarını mı gördün?”
” Hayır ama ben istemiyorum. Yetmez mi?”
Mehmetcan her ne kadar surat assa da söylediklerinden geri adım da atmamış, açıklama da yapmamıştı. Okula gitmeyi kabul etmişti ama tekrar aynısını yapmama sözü de almıştı. Sert tepkisi ile karşısındakini sindirmeyi başarmıştı. Bu sefer sindirdiği kişi oğlu Mehmetcandı. Hiç sesini çıkartmadan, hala başı öne eğik, öylece oturuyordu. Zaten bu hep böyle oluyordu. Babasıyla dolaşmaya çıkıp bir yerlere gitmeyi bırak, doğru düzgün paylaşabildiği bir şey bile yoktu.
Babası için ise böyle olmalıydı. Çünkü O da ailesinden böyle görmüştü. Büyüklere ses çıkartılmaz, ne derlerse kabul edilerek sessiz kalınırdı. Olması gereken buydu.
Mehmet ayağa kalkarak sehpanın üzerine bıraktığı telefonunu alıp rehberde kayıtlı olan Ahmet’in telefon numarasını aradı. Bulunca da hemen aradı.
“Ahmet merhabalar.”
“Merhaba Mehmet. Nasılsın?”
“Sağ olasın. Yarın okula çağırılmışız. Aynı anda gidelim diyorum. Ne dersin?”
“Olur. Bana uyar.”
“O zaman giderken seni alırım. Öğlen arası gidelim mi?”
“Tamam. Senden haber bekliyorum.”
Telefonunu kapattıktan sonra Mehmetcan’a dönerek devam etti konuşmasına;
“Şu halimize bak. Biz de okuyacak da adam olacak diye bekleyelim.”
“ Bir tek çocukların topunu kendilerine geri vermeye çalıştım. Sonuçta bir kazaydı.”
“Bildiğim tek kaza trafikte olur. Başka kaza bilmem.”
Ertesi gün öğlen arasında Ahmet’in telefonu çalmaya başlar. Ahmet telefona baktığında Mehmet’in sesini duyar;
“Selam dostum. Okula gitmeye hazır mısın? Ödevlerini yaptın mı?” dedikten sonra, kendisiyle de dalga geçercesine pek de hoş olmayan kulakları tırmalayan kahkaha sesiyle konuşmasını bitirir.
Ahmet kibarca güldüğünü belli ederek;
“Ben de seni bekliyordum. Hazırım. Şimdi çıkıyorum kapının önüne.”
Mehmet kaldırımın kenarında bekleyen Ahmet’in önüne yanaştırdığı arabasına Ahmet’in binmesini bekler. Ahmet bindikten sonra Mehmet;
“Yazılıya çalıştın mı?” diyerek güler. Mehmet neden sürekli espri yapıp gülme ihtiyacı duyduğunu anlamadığı Mehmet’e; “selam” Mehmet de aynı şekilde selamlar.
Selam verdikten sonra arabanın kapısını açar ve ön koltuğa yerleşir. Ahmet’in koltuğa yerleşip emniyet kemerini taktığını gördükten sonra yola devam eden Mehmet, okula yaklaşmaya başlamıştır.
Ahmet’e dönerek;
“Liseye hiç arabayla gitmiş miydin?”
“Hayatımızın her döneminde farklı farklı alet edevat giriyor hayatımıza. Lise ise arabanın hayatımıza girmesi için erken.” Mehmet yan koltuğa doğru dönerek;
“Çok da ciddiye alma şakaydı. Şimdi ciddileşip, müdüre ne diyeceğimizi konuşalım?
“Ne konuşacağız? Haklıyken haksız konuma nasıl düştüğünü konuşup, oğullarımızı savunacağız.”
“Bunların neyini savunacağız?” diyerek çıkışır.
“Eğer orada top oynamak yasaksa, hatalılar. O kadar arkadaşlarının önünde delikanlıların gururunu rencide ettiğinden dolayı da o hatalı.”
“İyice basite indirgedin bu olayı.”
“Ben indirgemedim ki, zaten basit.” Dalga geçercesine ve Ahmet’in görmeyeceği şekilde gülümseyerek vitesle oynayıp, okul yolunda devam eder. Okula geldiğinde arabayı park edecek uygun bir yer arar. Bulduğunda park eder ve okula girerler. Okula girdikten sonra müdürün odasına yönelirler. Kapıyı çaldıklarında içeriden gelen tok bir sesle karşılaşırlar;
“Gel.”
Kapıyı açıp, Ahmet önde Mehmet arkada içeri girerler. Ahmet;
“Bizi çağırmışsınız.”
“Mehmet beyle daha önce tanışmıştık. Siz de Ahmetcan’ın velisi olmalısınız. Ben Kemal.” Der ve tokalaşmak için elini uzatır. Kendisine uzanan eli sıkarken; “Memnun oldum. Ben de Ahmet” der.
“Ne kadar değişik olmuş. Mehmetcan’ın babasının ismi Mehmet, Ahmetcan’ın babasının ismi Ahmet. Çok da yaratıcı olmamış.”
“Bizim hoşumuza gitti.” Der Ahmet ve müdürün eliyle gösterdiği koltuklardan birisine oturur.
“İsterseniz fazla da vakit kaybetmeden konuya girelim diye devam eder. Sözü müdüre bırakarak. Müdür yaşanan olayı anlatır. Ahmetcan’ın ve Mehmetcan’ın anlattığıyla kelimesi kelimesine aynıdır. Müdür devam eder;
“Mehmetcan’ın yaptığı sıradan bir öğrenci davranışıydı. Fakat Mehmetcan’ın yaptığı affedilemezdi. Diğer öğrenciler üzerindeki otoritemi sarsacak düzeydeydi.”
“İyi de siz kendi otoritenizi kendiniz sarsmışsınız. Onlara arkadaşlarının önünde bu şekilde davranma hakkınız yok. Bunlar ergenlikte delikanlılar. Arkadaşlarının önünde rencide etmişsiniz, onlar da tepkilerini göstermişler. Kendinizi düşünün. Onların çağında size nasıl davranılmasını isterdiniz?”
“Bizim zamanımızda büyükler ne derse o kuraldı. Çok da yorumlayamazdık.” Ahmet müdürün sözünü keserek;
“Bizim zamanımızda böyleydi demek sorunun çözümü değil. Demek ki yanlış olduğunu görüyorsun ve değişme zamanı geldi ve değiştirmeliyiz. Gençler benliğini böyle bulacak, kişiliği böyle oturacak. Doğru değil mi?” Müdür söyleyecek bir şey bulamadığından sessiz kalmayı tercih etmişti. Sessiz kalmayı tercih eden sadece müdür değildi. Mehmet de geldiklerinden beri hiç konuşmamıştı. Odadan ayrılırken müdür;
“Ahmet Bey, sohbetiniz güzeldi. Daha uzun sohbet etmek isterim. Vakit buldukça bekliyorum.”
“Umarım bu sefer siz çağırmadan, bu sefer sohbete gelirim.”
“Sizinle tanışmak çok güzeldi,” derken Ahmet’in elini sıkmak için uzanır. Ahmet;
“Sizinle de” der ve kendisine uzanan eli sıkmayı ihmal etmez. Dışarı çıkıp, arabaya doğru giderken, Mehmet de sessizliğini bozar.
“Birader ne konuştun be...Söyleyecek laf bulamadı. Eeee tabi çocukları sindirmek kolay. Bir de gel benim kankayla baş et edebilirsen.” Ahmet daha fazla konuşmasına izin vermez ve sözünü keser;
“Evladına güvenirsen, böyle rahatça konuşursun.” Bu söylenen karşısında Mehmet mahcup bir ifadeyle etrafa bakınır. İstersen konuyu daha fazla uzatmayıp, tadında bırakalım. Konu tatlıya da bağlandı nasıl olsa.” Der ve devam eder;
“Acaba hata bizde mi? Çocuklara benliğini bulmaları için yeterli fırsatı tanıyor muyuz? Başka türlü ya kişilikleri oturmaz ya da çok zorlanırlar gibi geliyor.” “Anlayamadım.” Der Mehmet.
“Yani bu çocuklara daha fazla sorumluluk vermeliyiz ki, hazır başlarındayken hatalı adım atarlarsa düzeltebiliriz diyorum.”
“Aklında bir şey var mı?”
“Şu anda yok. Hayat gösterecek.” Ahmet bir süre durur ve aklına bir şey gelmiş gibi, yürürken aniden durup Mehmet’e dönerek;
“Aslında yaşadığımız bu son olay bile bir tecrübeydi. Yaşadıklarını değerlendirip, doğru yolu göstermeliyiz.”
“Müdürle konuştuk ya, yaptıkları doğru işte.”
“Yaptıkları yanlış da var. Ahmetcan’a dün anlattığım gibi. Olayın geçtiği yerde top oynamak yasaksa topa vurmaları yanlıştı, müdürün kendilerine yaptıkları da yanlıştı. Arkadaşlarının önünde rencide etmemeliydi. Müdüre karşı yaptıkları da uğradıkları yanlış bir davranışa karşı haklı tepkiydi. Uygun bir dille bunu anlatmalı.”
Arabaya doğru giderler. Binip evin yolunu tuttuklarında konuşmaya başlayan Mehmet olur;
“Çocuklara ne diyeceğimizi konuşalım da ağız birliği yapalım.”
“Olduğu gibi anlatırsak zaten ağız birliği yapmış oluruz. Siz de müdür de hatalı. O hatasını kabul etti. Diyeceğiz işte.”
“Anlaştık dostum” der ve vitesi yükseltip eve doğru yola devam eder.
Eve geldiklerinden Ahmet arabadan inip, Mehmet’e el sallayarak eve girer. Eve girdiğinde Onu Ahmetcan heyecanla karşılar.
“Ne oldu baba? Ne dedi müdür?”
“Seninle dün ne konuştuysak o. Farklı bir şey yok. Fazla vaktim yok, haydi kahve yap da içerken konuşalım.” Koltuğuna yerleşti ve eseri Ahmetcan’la duyduğu gururu düşündü. Şimdi sırada arkadaş seçimi vardı. İleride mevki sahibi olabilecek kişilerle arkadaşlık kurarsa kendisi için iyi olacaktır. Bu arada Ahmetcan da kahveleri yapmış babasına doğru gidiyordur. Babasına doğru tepsiyi uzatarak kahvesini almasını bekledi. Babasının karşısındaki koltuğa oturup diğer kahveyi de kendisi aldı. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra;
“Eee anlatmayacak mısın? Neler konuştunuz?”
“Dedim ya, dün ne konuştuysak onları orada da konuştuk. Seninle bir kez daha gurur duydum.” Ahmetcan da kahvesinden bir yudum alarak;
“Teşekkürler ama insan detayları da merak etmiyor değil.” “Sana çok önemli bir detay vereyim mi?
Ahmetcan bakışlarındaki heyecanı gizleyemeyerek;
“Çok sevinirim.”
“Senin ne kadar akıllı, prensipli bir delikanlı olduğunu bir daha anlayacak bir gün yaşattın bana. Ayrıca görüyorum ki benliğin de oturmaya başlamış ve hayatına bir birey olarak devam etmeye başlamışsın bile.”
“Teşekkürler babacığım.”
“Çizgini bozmaman, şımarmaman gerekiyor. Eğer böyle devam edersen toplumda kararlı bir duruşa sahip, saygıdeğer bir konumun olur.”
“Bahsettiğin gibi birisi olmak, beni de gururlandırır. Şimdi izin verirsen odama gitmek istiyorum.”
“Tabii koç yiğit izin senin ama arkadaş konusunu da göz ardı etme.”
“Tamam babacığım. Söylediklerini dikkate alacağım.”
Odasına gider ve babasıyla konuştuklarını tekrar düşünür. Koltukları kabarmak ne demek şimdi çok daha iyi anlar.
Mehmet de eve gelmiş arabasını evin önüne, boş bulduğu müsait olan bir yere park ediyordu. Park ettikten sonra evine gitti. Kapıyı çaldı. Kapıyı açan eşiydi. Mehmetcan, babasından çekindiği ve görüşmenin nasıl geçtiğini bilmediği için kapıyı açmaya gitmemişti. Sokak kapısından odasına gelesiye kadar geçen bir kaç saniyeyi bile kâr görüyordu. Gerçekleri konuşmanın Mehmetcan’ın terbiyesini zedeleyeceğini, kendi otoritesini de sarsacağını düşünen babası da sert mizacını koruyarak eşine sorar;
“Nerede O?”
“Odasında. Çağırayım mı?”
“Çağır bakalım beyimizi”
Eşi Mehmetcan’ı çağırmak için odasına doğru gider. Odadan içeriye girdiğinde tedirgin şekilde merak içinde ne olacağını bekleyen oğluna;
“Baban seni çağırıyor.”
Mehmetcan ürkek bir edayla sorar;
“Sinirli mi?”
“Bilmem, pek anlamadım.”
Mehmetcan oturduğu yerden doğrulurken;
“Tamam, geliyorum.”
Odasından çıkıp salona doğru giderken kalp atışları da giderek hızlanan Mehmetcan bir taraftan da muhtemel sorulara vereceği cevaplarını kafasında toparlamaya çalışıyordu. Salona gelmiş ve babasının eliyle gösterdiği yere oturdu. Bu arada babası hiç konuşmuyor, bakışları ve elleriyle ne istediğini anlatıyordu. Bu da Mehmetcan açısından daha ürkütücü geliyordu. Sessizliği ilk bozan Mehmet oldu;
“Biliyorum merak ediyorsun. Beklediğimden daha iyi bir görüşme oldu. Ama bu seni şımartmasın. Bugün camı kıranın yarın duvarı yıkmayacağını kim bilebilir?” “Kazara olduğunu söyledim ya baba. Kazara duvar nasıl devrilsin?
“Vaay beyimiz artık cevap vermeye de başlamış. Büyükler karşısında nasıl davranması gerektiğini unutmuş bu.”
Mahcup bir ifade takınan Mehmetcan;
“Saygısızlık yapmak istemedim, özür dilerim.”
“Neyse, müdürle görüştük. O hatasını kabul ediyor, sız de kendi hatanızı kabul edip bir daha yapmayın.”
“Tamam babacığım.”
“Bana göre konu kapanmıştır. Var mı başka bir şey?”
Mehmetcan sessiz kalınca;
“İyi, tamam. Şimdi odana gidebilirsin.” Mehmetcan odasına doğru gider.
Yeni gün doğmuş ve okul vakti gelmişti. Ahmetcan ’la Mehmetcan halâ müdürle babalarının toplantısıyla ikilik konuşamamışlardı ve merak ediyorlardı.
Karşılaştıklarında da birbirlerine sordukları ilk soru da toplantı oldu. Toplantıyla ilgili havadisler aynıydı ve içleri ferahlamış, rahat bir nefes almışlardı. Beraberce okul yolunu tutup ılk derslerine girmişlerdi. Ama Ahmetcan'ın aklı babasına verdiği sözdeydi. Arkadaş çevresi...Etrafında hem çalışkan hem de sosyal arkadaşlar olabilirdi. Ya da şöyle de yapabilirdi; ders konusundaki arkadaş çevresi farklı, sosyal çevresi farklı olabilirdi. Zaten uzunca bir süredir okulun basketbol takımına girmeyi düşünüyordu. Eğer girerse hem enerjisini atıp kafasını dağıtacak böylece dingin bir zihinle derslerine daha fazla önem verebilecek, hem de sosyalleşebilecekti. Bunu düşünmeliydi. Bu fikrini babasıyla paylaşmaya karar verdi. Eve gitmeyi bu kadar çok istememişti fakat zaman da geçmek bilmiyordu. Babasıyla konuşmak için sabırsızlanıyordu. Okul çıkış zili zamanını zor etti. Zil çalınca ilk çıkanlardan birisi olmuştu. Sanki okulu sevmeyen ve haylazlık yapan öğrenciler gibiydi. Eve gelince hemen odasına gidip üzerine günlük kıyafetlerini giyip salona geçti. Annesi oğlu Mehmetcan’a seslendi;
“Yüzünü gören cennetlik Bir merhaba yok mu?”
“Özür dilerim anne. Biraz heyecanlıyım da.”
“Onu görebiliyorum ama sebebini çözemedim. Hayırdır?”
“Aklıma bir fikir geldi ve bunu babamla paylaşmak için sabırsızlanıyorum.”
“Neymiş seni bu kadar heyecanlandıran?”
“Babamla konuşurken sen de bizimle otursana. Öğrenmiş olur, fikirlerini söylersin. Aynı şeyi tekrar tekrar anlatmayayım.”
“İyice merak ettim şimdi.” O sırada babası da arabasını park etmiş, günün tüm yorgunluğunu ve stresini arabasının yanına bırakıp eve doğru yönelir. Kapıyı çalar ve açılmasını bekler. Ahmetcan koşarak kapıya gelir. Açar ve sevinçle babasını karşılar;
“Hoş geldin baba.”
“Hoş bulduk koç yiğidim. Nasılsın?”
“İyidir babacığım. Seninle konuşmak istemediğim önemli bir konu var.”
“Bir nefes alayım da konuşuruz.”
Beraberce içeriye geçerler. Kapıdan içeriye girince annesi onları karşılar;
“Hoş geldiniz. Salona doğru geçin. Aç değilsen size birer kahve yapayım.”
Babası cevap verir;
“İyi olur, bugün sadece bir tane içebildim.”
Annesi mutfağa gidip, kahveleri yaparken, onlar da salona geçerler. Babası sorar;
“Dinlemedeyim. Dökül bakalım.”
“Annem gelsin de O da duysun. Onun görüşlerini de alalım.”
“Durum bayağı ciddi ve uluslararası galiba.”
“Yok, o kadar büyük değil ama benim için önemli.”
Beraberce annesinin gelmesini beklerler. Az sonra annesi de elinde tepsi, üzerinde de kahvelerle belirir. Kahveleri ikram edip boştaki koltuklardan birisine oturur. Babası;
“Anlat bakalım evlat. Annen de geldi. Mehmetcan konuya girer;
“Bugün aklıma bir şey geldi. İki arkadaş grubum olacak. Birincisi derslerle ilgili arkadaşlar, ikincisi okul basketbol takımından oluşan arkadaş grubum.” Annesi Mehmetcan’ın sözünü keserek;
“O iş nasıl olacak?”
“Hoca okulun bahçesinde oynarken görmüş. Uzun zamandır okul takımına katılmamı istiyordu. Katılırsam derslerimi aksatmadan iki gruptan arkadaşım da olabilir. Böylece dediğin gibi bir çevre edinmenin yanı sıra zevkli, daha sosyal bir lise hayatım da olur.
“Oğlum sen artık bir birey olma yolunda genç bir delikanlısın. Kendi kararlarını verebilecek yaşa ulaştın sayılır. Altından kalkabilirim diyorsan benim için bir sakıncası yok.” Annesi hemen söze girer;
“Benim oğlum onun da üstesinden gelir, diğer takımlara da girip, üstesinden gelir.”
“O kadar da değil anne. Abartmadan lütfen.”
“Şaka bir yana iyi bir çözüm olabileceğine inanıyorum. Bence denemekte fayda var. Olmazsa vazgeçme şansı da var. Bence olur.” Babası da görüşünü açıkladı;
“Ben de güveniyorum. Olmaması için bir sebep yok gibi gözüküyor.”
Aile fertleri için de uygun olduğundan bu düşüncesini hayata geçirmesi gerekiyordu. Ertesi gün direkt beden eğitimi öğretmeni, aynı zamanda basketbol hocasının yanına gidip, takıma girebileceğini müjdeledi. Diğer takım arkadaşları ile de tanıştı ve ilk antrenmana katıldı. Çok yorulmuştu ama çok mutluydu. Hatta antrenmandan sonra hep beraber oturup, takım arkadaşları ie sohbet etmişlerdi. Antrenmandan sonra olan dersine de yetişmiş, orada işlenen konuyu da oradaki arkadaş grubuyla tartışmışlardı.
Ahmetcan’a sorarsan doğru karar vermişti. Hem takım arkadaşlarıyla hem de diğer arkadaş grubuyla çok güzel bir gün geçirmişti. Bu yaşadığı günü tüm ayrıntılarıyla annesi ve babasına akşam anlatmalıydı.
Ertesi gün okula gittiğinde, derse girince öğretmeninin verdiği ödev nedeniyle, çalışma grubu oluşturmuşlardı. Çalışma grubunda arkadaşları ile yaptığı toplantıda konular paylaştırılmıştı. Kendisine düşen konuyu hazırlamak için kütüphaneye gitmiş ve saatler süren bir çalışma ile güzel bir giriş hazırlamıştı. Arkadaşlarına hazırladıkları sunumları birbirlerine anlatmaları için bir yerlerde toplanmayı teklif etti. Bu teklifi de arkadaşları tarafından kabul edildi, buluşma yeri ve zamanı kararlaştırılıp, tekrar buluşmak üzere ayrıldılar.
Hem basketbol takımındakilerle hem de ders grubundakilerle arkadaşlık kurabileceğini en azından kendisine ispat etmişti. Eve geldiğinde büyük bir özgüvenle içeri girdiğinde annesine; “İyi akşamlar anne, kolay gelsin.
“Sen miydin oğlum? Hoş geldin.”
“Bugün hem basketbol takımında, hem de ders grubunda kendimi gösterdim.”
“Aferin sana güveniyoruz zaten. Baban da çok sevinecek.” Dedikten sonra, ana oğul sofrayı hazırlayarak babasını beklemeye başladılar. On dakika kadar sonra, babası gelmiş ve evin önünde arabayı park ediyordu. Daha sonra eve gelip kapıyı çalmış, açılması için de çok beklememişti. Bugün yaşadıklarını anlatmak için sabırsızlanan Ahmetcan babası arabayı park edip eve gelesiye kadar sokak kapısına gitmiş, babasını karşılamıştı. Nefes almadan bir çırpıda hem ders grubu hem de basketbol takımı ile yaşadıklarını anlattı. Sözünü kesmeden sonuna kadar dinleyen Ahmet Bey oğlunun anlatacakları bitince, oğlunun başını sıvazlayarak;
“Aferin oğlum, başarılı olacağına emindim. Benim için çok da sürpriz sayılmaz. Sırada ilk maçınız var. Maça gidip tezahürat etmek istiyorum.”
Ahmetcan gülümseyerek babasına;
“İlk sana haber vereceğim” dedi. Beraberce yemek masasına yöneldiler. İçeriye girdiklerinde, Ahmet Bey eşine;
“Duydun mu hanım? Senin oğlan döktürmüş bugün.”
“Duydum canım. Aslan benim oğlum.”
Annesi yemeklerini dağıttı. Hepsi birbirine “Afiyet olsun” dedikten sonra yemeğe başladılar. Çok fazla konuşmadan yemeklerini yediler. Ahmetcan izin isteyerek odasına gittikten sonra, Ahmet Bey eşine;
“Hanım biz biraz konuşalım mı?” Eşi tedirgin bir biçimde;
“Hayır mı” diye sorar. Eşinin ürkek tavrını gören Ahmet Bey;
“Sohbet edelim canım. Tedirgin olacak bir şey yok.”
“Ne bileyim, Ahmetcan gittikten sonra söyleyince...”
“Onunla ilgili zaten. Ondan O gidince söyledim.”
“Daha fazla merakta bırakmadan başla madem.”
“Merak edecek bir şey yok. Masa başı sohbeti” deyip devam etti;
“Ahmetcan’ı kişiliği otursun diye bazı kararları kendisi versin diye yalnız bırakıyoruz. Fazla mı yalnız bırakıyoruz diyorum. Sanki biraz fazla sorumluluk yüklüyoruz Ahmetcan’a.”
“Biz bunu birdenbire yapmadık ki. Ufacıktan itibaren alıştıra alıştıra verdik bu sorumluluğu. Bu yüzden kaldıramayacağı bir yük vermedik ki. Ayrıca kararları da şu ana kadar çok başarılı. Gönlünü ferah tut.”
“Aslında doğru söylüyorsun. Sorumluluklarını ve karar vereceği konuların ağırlığını hep yavaş yavaş arttırdık.”
“Madem sohbet ediyoruz, o zaman oğlumuzun yüzüne karşı söylediklerime de karışmadığın için teşekkürler.
“Olması gerekeni yaptım ben. Eğer senin verdiğin kararların, bana geldiğinde aksini söyleseydim, hem senin otoriten sarsılacaktı, hem de alışkanlık halini alacak ve sen izin vermediğinde bana gelecekti. Ayrıca bu konuda ben de teşekkür borçluyum sana. Sen de benim izin vermediğim konularda beni çiğnemedin. Sonuçta ortaya çıkan resmen eserimiz oldu.”
“Hem de gurur duyulacak bir eser.”
“Bunun sebebi de benliğinin oturması oldu sanırım.” İkisi de birbirine minnetle baktıktan sonra yerlerinden kalkıp, televizyonun karşısındaki koltuklara oturup, annenin getirdiği akşam çaylarını keyifle yudumladılar.
Aradan yıllar geçmiş anne ve babası yaşlanmış, kendisi ise iyi bir firmanın araştırma geliştirme firmasında iyi bir mevkide çalışıyordu yıllardır. Son verilen görevini yerine getirebilmek için bazı istatistiki bilgilere ihtiyaç duyuyor ancak bürokrasideki ağırlık sebebi ile bu değerlere ulaşamıyordu. Babasının söyledikleri aklına geldi.
“İleride kapısını çalacak arkadaşın olur.” demişti. Şimdi zamanıydı. Arkadaşlarından O’na yardım edebilecek kimse olabilirdi belki. Hemen araştırmaya başladı. Kendi arkadaşlarından kimseyi bulamadı ama arkadaşlarından birinin tanıdığı olduğunu öğrendi. İhtiyacı olan bilgiye böyle ulaşabilirdi. Öyle de oldu. Aradığı bilgiye arkadaşının yardımıyla ulaşmış oldu. Böylece yaptığı araştırmayı tamamlayabildi. Firma sahibinin çok hoşuna giden bu çalışma O’na ikramiye bile kazandırmıştı. Geri kalan çalışma hayatı boyunca da bu ilişkilerini kullandı. Her seferinde de babasını minnetle andı. Dediği doğruymuş direkt arkadaşı olmasa da en azından arkadaşlarının bir arkadaşı vardı bulunduğu kurumlardaki önemli mevkilerde. Böylece ricada bulunabileceği birilerine ulaşabiliyordu. Basketbol takımına girmesine de izin vermişlerdi. Böylece de hem sosyalleşme imkânı bulmuş hem de oluşturdukları ders gruplarıyla da derslerine daha çok önem verebilmişti. Anne ve babasının küçük yaşlardan beri kendi kararlarını verebilmesi konusunda gösterdikleri hassasiyet özgüvenini artırmıştı. Böylece karar vermekte hızlı ve isabetli davranabiliyordu.
Artık geleceğe yönelik planların da zamanı gelmişti. Uzun zamandır hoşlandığı ve davranışlarından da kendisine karşı boş olmadığını düşündüğü Ayşe ile de bazı şeyleri konuşma zamanı da geçmeden görüşmeliydi. Telefonuna sarılıp, rehberden Ayşe’yi buldu. Bir süre telefona bakakaldı. Mesaj atmayı düşünüyordu. Daha sonra bu düşüncenin yanlış olduğuna, arayıp konuşmanın daha doğru olacağına karar verdi. Bir yere davet edip konuşacaktı. Arama tuşuna bastı. Tarifi zor, tatlı bir heyecan bastı içini. Aslında bu O’na karşı olan duyguların zorlama olmadığının göstergesiydi. Telefon birkaç sefer çaldıktan sonra Ayşe’nin peş peşe sıralanmış, uyum içinde bir arada durabilen ahenkli notalar gibi sesi duyuldu;
“Efendim Ahmetcan Bey?”
“İyi günler Ayşe Hanım. Müsait miydiniz?”
“Buyurun Ahmetcan Bey, müsaidim.”
“Nasılsınız?”
“Teşekkürler, siz nasılsınız?”
“Sağlığınıza duacıyım.” Der ve devam eder;
“Ana caddede yeni açılan bir restoran var. Bu akşam benimle yemeğe oraya gelir misiniz?”
“Tabii gelirim ama sizli, bizli konuşmaya devam edersek çok sıkıcı bir akşam olmaz mı?”
“Çok güzel söylediniz. Tanışalı kaç ay oldu, halâ böyle konuşmak yorucu da oluyor aslında. O zaman akşam yedide alsam uygun mu senin için?”
“Tamam o zaman anlaştık.” Telefonu kapatırlar. Kapattıktan sonra her ikisi de heyecandan hızlanan kalplerinin sakinleşmesini beklerler. Akşam konuştukları Ahmetcan tam saatinde Ayşe’nin evinin önündedir. Ahmetcan böyleydi. Her şey saatinde olmalıydı. Beklemeyi de bekletmeyi de sevmezdi. Randevulaşmanın sebebi, bunu engellemek değil miydi? Bu arada Ayşe de hem spor hem de şık sayılabilecek bir pantolon gömlek kombinasyonu seçmişti. Arabanın kapısını açar açmaz; “İyi akşamlar” dedi.
“İyi akşamlar” diyerek yanıtladı Ahmetcan. Gözüne daha güzel gözüken Ayşe’yi. Söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalışırken.
Aradan geçen yıllar çok şeyi değiştirmiş ama Ayşe’ye olan sevgisinden hiçbir şeyi götürememişti.
Oğlunu, rahmetli anne ve babasının kendisini yetiştirdiği gibi yetiştiriyor, Ayşe de Ona uyum sağlıyordu. Böylece korkularak değil de, saygı duyularak oluşturdukları otoriteleri de sarsılmıyordu. Verilecek kararlarda, çocukları ilgilendiren olduğunda onların da söz hakkı oluyordu. Anneden babadan ne gördüyse onu uyguluyordu. Nesiller boyunca da böyle devam etmesini umuyorlardı. Böyle yetiştirilmekten memnundu. Doğru olanın da böylesinin olduğuna inanıyordu. Bunun da kendisine bıraktıkları en büyük miraslardan birisi olduğuna inanıyordu.
Mehmetcan mı? Babasının istediği gibi birisi olmuş, adeta babasının her istediğini yerine getirebilmek için yaşamıştı. Bir evlat gibi değil de, bir çalışanı gibi olmuştu. Kendi kendine karar vermekte zorlanıyor, bu yüzden de her işte kararsızlıktan dolayı gecikmeler yaşıyordu. İşverenler açısından tercih edilmiyor, tercih edenler de sorumluluk vermekte çekiniyordu. Hayatından memnun olmamasına rağmen, ilginçtir ki oğlunu da babasının kendisini yetiştirdiği gibi yetiştiriyordu. Cevap belliydi;
“Atalardan böyle gördük”